Günümüz dünyasında, yaşamın her köşesine sirayet eden maddi kaygılar, sadece bireysel ruh halimizi değil, aynı zamanda aile içi ve çiftler arasındaki bağlarımızı da derinden etkiliyor. Sevgi, özünde maddi şeylerin ötesine geçen, ruhu besleyen bir bağ olsa da, günlük hayattaki mali baskılar bu bağı zayıflatabiliyor.
İnsanlar, ilişkilerinin başlangıcında, genellikle duygusal ihtiyaçlar üzerinden birbirine yaklaşır. Ancak zamanla, faturalar, borçlar ve gelecek kaygıları konuşmaların merkezine oturur. "Bu ay kredi kartını nasıl ödeyeceğiz?", "Çocuğun okul masrafları nasıl karşılanacak?" gibi sorular, romantik bir sohbetin önüne geçer ve adeta sevginin saf doğasını gölgeler.
Maddi kaygılar, çiftler arasında yetersizlik duygusu yaratabilir. Biri ailesine yetemediğini düşünürken, diğeri sürekli olarak ekonomik bir denge arayışı içinde olabilir. Bu durum iletişimsizliğe, yanlış anlaşılmalara ve nihayetinde duygusal uzaklaşmaya yol açar.
Aile bağlarında da durum pek farklı değil. Evlatların ebeveynleriyle olan ilişkilerinde bile paranın, "Daha fazlasını veremedim mi?" veya "Hak ettiğim kadar destek görmüyor muyum?" gibi sorularla sevgiye gölge düşürdüğü görülüyor. Halbuki, maddi imkanlar değil; anlayış, sevgi ve hoşgörüyle beslenen bir ilişki gerçek bir bağ yaratır.
Peki, bu zinciri kırmak mümkün mü? Cevap, evet. Öncelikle sevginin özüne dönmek gerekiyor. Sevgiyi ifade etmek için pahalı hediyelere, gösterişli etkinliklere gerek yok. İçten gelen bir "teşekkür", samimi bir gülümseme ya da bir sarılma, en pahalı armağanlardan bile daha değerli olabilir.
Maddiyat elbette hayatın bir gerçeği; ancak sevgiye değer biçmek ya da onu ekonomik kaygıların gölgesinde bırakmak bir seçim. Aileler ve çiftler olarak, sevginin maddi değil, manevi yanını beslemeye odaklandığımızda daha güçlü ilişkiler inşa edebiliriz.
Yorumlar